İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen kasım ayındaki Almanya ziyaretinde görüşülmesi beklenen ticaret anlaşmalarının üzerine kara bulutların çökmesine neden oldu. Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile yapılan görüşmeler, bir nevi sözlü savaşa dönüştü. Türkiye’deki bazı siyasi analizlere göre, bu kez de Almanya ile Türkiye arasında her an bir kriz çıkabilirdi.
Ancak, söz konusu Almanya-Türkiye ilişkileri olduğunda en ufak sorunda kriz muştulamaya gerek yok. İki ülkenin tarihsel bağı bir yüzyıl öncesine dayanıyor. Bu sürede iki dünya savaşı yaşandı; Türkiye ‘demokrasisi’ on yılda bir askeri darbelerle kesintiye uğradı, idam kararları, işkenceler, gözaltında kayıplar, haksız tutuklamalar kriz konusu oldu. Avrupa Birliği (AB) kapısı Türkiye’nin yüzüne defalarca kapandı, Akdeniz’de sular sürekli ısındı, tansiyon sayısız kez yükseldi. İki ülke ilişkileri tüm bu ‘dalgalanmalara’ rağmen ayakta kaldı; bu engellerin üstesinden gelinmiş olmasının temelinde, ilişkilerin derin kökleri ve stratejik önemi yatıyor.
ARTIK GERÇEKÇİ BİR ‘ERDOĞAN SONRASI TÜRKİYE’ ÖNGÖRÜSÜ VAR
Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye ziyareti de Almanya ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 100’üncü yıldönümünü kutlamak ve onurlandırmak amacıyla düzenleniyor – en azından resmi açıklamalar bu yönde. Ziyaret programı İstanbul, Gaziantep ve Ankara’yı içeriyor. Steinmeier, son gün Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşme yapacak.
Ziyaretin ilk günündeyse Steinmeier, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile buluşacak. Bu görüşme, birçok açıdan son derece önemli. Çünkü bu kez, Almanya-Türkiye görüşmeleri karanlık bulutların gölgesinde değil, değişimin umudunun yeşerdiği bir atmosferde gerçekleşiyor.
Muhalefetin yerel seçim zaferinden sonra Alman medyasında Türkiye’ye dair analizler, genel olarak, “Peki, bundan sonra ne olacak?” sorusuna odaklandı. Sıkça sorulan sorulardan biri şu: ”Erdoğan dönemi sona mı eriyor?” Şimdilik, ‘bu tarihi bir dönüm noktası’ yorumlarını sakince karşılamak gerekse de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘tek ve güçlü lider’ imajının dış dünyada sarsıldığı açıkça görülüyor.
Erdoğan, bugüne kadar ‘rakipsiz’ ve ‘yenilmez’ bir figür olarak kabul ediliyordu. Ancak, yerel seçimlerde İstanbul’da İmamoğlu’nun ve Türkiye çapında CHP’nin yükselişi, Erdoğan fenomenini değiştirmeye başladı. Muhalefetin başarısıyla ortaya çıkan yeni harita, antidemokratik uygulamalara ve adil olmayan seçim koşullarına rağmen siyasi değişimin mümkün olduğunu kanıtladı. Almanya’daki bazı siyasetçiler, muhalefetin yerel seçim başarısını, sivil toplumun ve demokrasinin ‘yaşam belirtisi’ olarak görüyor. Daha da önemlisi artık, Erdoğan’ın karşısında sadece en korktuğu rakibi İmamoğlu değil, gerçekçi bir ‘Erdoğan sonrası Türkiye’ öngörüsü de var.
ALMANYA İMAMOĞLU’NU TANIDIĞI MESAJINI VERİYOR
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da Erdoğan’ın İBB başkanlığı yaptığı 1990’ların ortalarından bu yana, Türkiye siyasetine yepyeni bir soluk getiren, dinamik bir figür olarak uluslararası alanda öne çıkıyor. Hatta birçok gözlemci, onu şimdiden Erdoğan’ın yerine, ‘geleceğin lideri’ olarak işaret ediyor.
İmamoğlu’nun başarısı sadece seçimlerle sınırlı değil; aynı zamanda İstanbul’da yürüttüğü kültürel politikaları da büyük övgü topluyor. Haberlere bakılırsa, İstanbul’un 1990’lardaki ‘altın çağlarına’ bir dönüş yaşandığı izlenimi edinilebilir. Örneğin, Almanya’nın etkili gazetelerinden Die Tageszeitung, ‘Boğaz’da sanat patlaması’ başlıklı haberinde İmamoğlu için, şu yorumu yaptı: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin şu sıralar Boğaz’da yürüttüğü kültürel atak gerçek bir sansasyon. En son ne zaman Almanya’da bir siyasetçinin, ‘Beni harekete geçiren motor kültürdür’ dediğini duydunuz?”
Uluslararası basından gazetecilerle gerçekleştirdiği cuma günkü toplantıda da İmamoğlu’na, “Cumhurbaşkanı adayı olacak mısınız?” sorusu ısrarla sorulması, onun dış dünyadaki imajının giderek güçlendiğini gösteriyor.
İmamoğlu’nun uluslararası alanda kendini kanıtladığının en açık işaretlerinden biri ise Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in üç günlük ziyareti sırasında İmamoğlu ile yapacağı görüşme. Bu görüşme, uluslararası alandaki çıkışının ne denli önemli olduğunu ve Almanya’nın onu tanıdığını açıkça ortaya koyuyor.
ERDOĞAN ZOR AMA YİNE DE STRATEJİK ORTAK
Türkiye’de yaşanan güç değişimi ışığında, geçen hafta düzenlenen AB Zirvesi’nde devlet ve hükümet başkanları, Brüksel ile Ankara arasındaki ilişkilerin nasıl yeniden canlandırılabileceğini tartıştılar. Ancak, aşılması gereken bazı engeller var. Örneğin, darbe girişiminin ardından Erdoğan yönetiminin muhaliflere uyguladığı baskılar sebebiyle dondurulan katılım müzakerelerinin yeniden başlaması şu an için mümkün görünmüyor.
Fakat donan ilişkileri geliştirmek için atılacak adımlar artık masaya getirilmeye başlandı. AB Dış İlişkiler Şefi Josep Borrell, geçen kasım ayında Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin durumuna ilişkin bir rapor sundu. Borrell, ticaret, göç, enerji ve gümrük birliğinin modernizasyonu gibi alanlarda daha yakın işbirliği önerdi.
Çarşamba günü düzenlenen AB Liderler Zirvesi’ndeyse, aralık ve mart zirvelerinde ertelenen Türkiye konusu, ‘stratejik tartışma’ kapsamında ele aldı. AB liderleri, Ankara ile ilişkilerin ilerletilmesi için gerekli çalışmaların başlatılmasını kararlaştırdılar. Ancak, Kıbrıs sorunu gibi bazı konularda hâlâ anlaşmazlık bulunuyor. Sonuç deklarasyonunda, Kıbrıs sorununun, ‘BM çerçevesi ve ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarına uygun olarak kapsamlı bir çözüme kavuşturulmasına bağlılığının sürdüğü’ belirtildi.
AB liderleri, Doğu Akdeniz’de istikrarlı bir ortam ve karşılıklı yarar sağlayan bir ilişki kurmak istiyor. Ancak, bu hedefe ulaşmak için belirleyici faktör, Erdoğan’ın bu önerilere ne ölçüde yapıcı bir katılım göstereceği olacak. Masada Kıbrıs sorunu varken AB ülkeleri için Erdoğan hâlâ ‘zor ama stratejik ortak’ konumunda. AB Liderler Zirvesi’nin ardından konuşan Almanya Başbakanı Olaf Scholz da nitekim, ”Türkiye her zaman kolay olmayan ancak kesinlikle önemli bir stratejik ortaktır. İyi bir işbirliği her iki tarafın çıkarına” diyerek durumu özetledi.
DEMOKRASİYE VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE DÖNÜŞ ŞART
AB Liderler Zirvesi sonrası yapılan yorumlar da Türkiye’de hukukun üstünlüğüne yönelik kısıtlamalar ve muhalefet üzerindeki baskıların devam etmesi durumunda AB üyeliği tartışmalarının sürdürülemeyeceğini gösteriyor. Katılım müzakerelerinin yeniden başlatılması için Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesinde ilerleme kaydedilmesi gerekiyor. Bu kriterler arasında demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunması bulunuyor.
AB’nin diğer önemli talepleri arasında Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulaması, basın ve ifade özgürlüğünü garanti altına alması ve siyasi tutukluları serbest bırakması yer alıyor. AB’nin eski Türkiye raportörü ve Hollanda milletvekili Kati Piri, Hollanda parlamentosunun Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM kararlarını uygulanmadığı takdirde Türkiye’ye yaptırım kararı alacağını açıkladı. Hollanda, Türkiye ile AB arasındaki muhtemel gümrük birliği anlaşmasını veto edebilir.
Avrupa Birliği üyeleri, Türkiye’nin demokratik kriterlere geri dönmesi için baskı yapıyor, ancak top sonuçta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sahasında. Türkiye siyasetinde esen değişim rüzgarlarına rağmen Erdoğan, 2028’e kadar Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturacak isim ve hâlâ gücü elinde tutan tek adam.
Değişim rüzgarı, AB masasında Erdoğan’ın otoriter tavrından geri adım atmasına neden olabilir mi, bunu zaman gösterecek. AKP-MHP ittifakı içindeki gerilimin nereye evrileceği de gelecek dönemde belirleyici olacak. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in ziyareti sırasında verilecek mesajlar, tavır, hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beden dili bile, “Buradan demokrasi çıkar mı?” sorusuna yanıt olabilecek işaretler içerebilir.
(DIŞ HABERLER SERVİSİ)