TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un parti ziyaretleriyle yeniden Türkiye gündeminde üst sıralara çıkan anayasa tartışmalarını, Soner Yalçın’ın ‘Siz Kimi Kandırıyorsunuz’ kitabındaki detaylarıyla almaya devam ediyoruz.
BİRİNCİ BÖLÜM İÇİN:
İKİNCİ BÖLÜM
“ANAYASA 150 YILDIR GÜNDEMDE
Hep “kurtarıcı” olarak görülen anayasa, yaklaşık 150 yıldır kamuoyunun gündeminden düşmüyor.
Bu tartışmaları daha iyi “okuyabilmek” için 1876’da yürürlüğe giren ilk anayasanın hazırlanış öyküsüne göz atmakta yarar var…
Tarih: 29 Ekim 1876
Bosna’da ve Hersek’te, Ortodoks Hıristiyanları etkileyerek isyanlar çıkaran Sırp prensi Milan, Gazi Osman Paşa tarafından mağlup edilince, “hamisi” Rus çarından yardım istedi.
Rusya, savaşın bitirilmesi için Osmanlı’ya ültimatom verdi. Avrupa devletleri sessiz kalınca, Osmanlı askerleri Belgrad önünde durdu.
Rusya ve Avrupa’nın isteğiyle Balkanlar’daki durumu görüşmek üzere 23 Aralık’ta İstanbul’da Uluslararası Tersane Konferansı’nın düzenlenmesine karar verildi.
VE ABDÜLHAMİD İKNA OLUR
Konferans’ın amacı belliydi; Osmanlı Hıristiyan azınlıklarının durumu koz olarak kullanılarak, iç sorunları masaya yatırılacaktı. Zaten Avrupalı devletler de Andrassy Ntası’yla Osmanlı devletinden ıslahat talebinde bulunmuşlardı.
Babıali ne yapacağını düşünürken, Şura-yı Devlet Reisi Midhat Paşa, anayasanın ilanının teklifini gündeme getirdi.
“Anayasa, Tersane Konferansı’ndan önce ilan edilirse, müdahaleler önlenir, Rusya’nın oyunu bozulur, aksi halde Batı baskını sürüp gider”
Sultan II. Abdülhamid, bu teklife nihayet ikna oldu!
“Nihayet” diyoruz çünkü tahta anayasayı ilan edeceği sözüyle çıkarılmıştı. Ancak tahta çıkalı iki ay olmuş; anayasa ilanını “komisyonlarda uyutma” taktiğine başvurmuştu. Son gelişmeler onun da “elini kolunu bağlamıştı” dışa güven verecek ve dış baskıları savuşturacak bir anayasanın işini kolaylaştıracağını düşünüyordu.
Bu arada haksızlık yapmayalım, anayasa ilanını bir tek “dış nedene” bağlamak yanlış olur. “İlk muhalefet partisi” Yeni Osmanlılar Hareketi’nin -geniş bir toplumsal tabanı olmasa da- yıllardır süren bir zorlaması olduğunu da belirtmek gerekir.
KOMİSYONDA KİMLER VARDI
Bu nedenledir ki, Avrupa’ya kaçan dokuz “ihtilalciden” ikisi Anayasa Komisyonu’nda (Cemiyet-i Mahsusa) görev aldılar; Namık Kemal ve Ziya Paşa.
Anayasayı hazırlayan Cemiyet-i Mahsusa, 2 asker, 16 sivil bürokrat (üçü Hıristiyan) ve 10’u ulema olmak üzere toplam 28 üyeden meydana gelmişti.
Konferans’a yetişebilmek için, saate karşı yarışan komisyon haftada dört kez, ya Midhat Paşa ile Nafia Nazırı Server Efendi’nin konaklarında ya da Babıali’de toplanıyordu.
Komisyon’un önünde, Midhat Paşa’nın daha önce hazırladığı “Kanun-ı Cedid” (Yeni Anayasa) adını taşıyan taslak vardı. Ancak Sultan II. Abdülhamid, bu taslağı pek beğenmemiş; güvendiği Said Paşa’ya Fransız anayasalarını (1814-1830-1875) tercüme ettirmişti. Said Paşa bu tercümelerden bir taslak çıkarıverdi!
Yine de, ilk anayasanın hazırlık çalışmalarında üzerinde en çok durulan tasarılardan biri, Midhat Paşa’nın 57 maddeden oluşan Kanun’ı Cedid’idir. Ancak anayasa, tek bir tasarının ya da bir ülkenin anayasasının kopya edilmesiyle yazılmadı. Namık Kemal’in ifadesine göre, bine yakın kaynak araştırıldı.
KURUL İÇİNDE İKİ FARKLI GRUP
Cemiyet-i Mahsusa önündeki taslakları ve diğer ülkelerin anayasalarını inceleyip tartışırken, kurulda iki farklı grubun varlığı ortaya çıktı.
Birinci grup liberal reformist kanattı. Midhat Paşa’nın başını çektiği bu grupta, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi isimler vardı. Birinci grup aynı zamanda darbeciydi; Sultan Abdülaziz’i tahtan indirmişler, V. Murad’ı onun yerine geçirmişler, V. Murad’ın akıl sağlığı bozulunca saltanata bu kez anayasayı ilan edeceğini kabul eden II: Abdülhamid’i oturtmuşlardı.
Ikinci grup monarşi geleneğine sahipti.padişah haklarını sonuna kadar savunan, Müslüman-gayrümüslim eşitliğine inanmayan bu grup, Tarihçi Ahmed Cevdet Paşa, Mütercim Rüşdü Paşa, Namık Bey ve ulemadan oluşuyordu.
İki grup arasında kavga biraz da kişisel nedenlere dayanıyordu. Tartışmalar Midhat Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa arasında çıkıyordu. Yıllar önce Lofça’da aynı mektepte okuyan bu iki ünlü isim yaşamları boyunca hep rekabet içinde olmuşlardı. Komisyon toplantılarında da, birbirlerine küçümseyen sözlerle hitap ediyorlardı. Örneğin Midhat Paşa, Cevdet Paşa’nın Avrupa hukukunu bilmemesiyle alay ediyordu. Cevdet Paşa ise onu, Fransızcayı doğru dürüst anlamayan, cahil olarak itham ediyordu.
KOMİSYONDAN SOKAĞA TAŞAN ANLAŞMAZLIKLAR
Sadece komisyonda değil, sokakta da kavga vardı. Meşrutiyet istemeyen imzasız bildiriler sokaklara atılıyor, duvarlara yapıştırılıyordu.
Midhat Paşa eylemcilerin hemen yakalanmasını ve sürgüne gönderilmesini istedi; aksi takdirde istifa edecekti. Namık Kemal İttihad gazetesindeki yazılarında Midhat Paşa’ya destek verdi.
Istekleri oldu. Eylemciler tek tek yakalandı ve yargılanmadan sürgüne gönderildi.
NAMIK KEMAL NE İSTİYORDU
Ne ilginç değil mi “liberal” Midhat Paşa ve ekibi, keyfilik rejimine son vermek üzere anayasa hazırlarken, kendilerine ters düşen bir hareket tarzını uygulamaya sokmaktan çekinmemişlerdi. Ama kısa bir süre sonra II. Abdülhamid bu olaydan ustaca yararlanmasını bilecekti.
Burada araya girip bir parantez açmalıyım.
Bir iki çalışma dışında gerek Yeni Osmanlılar Hareketi, gerekse daha özelde Namık Kemal’in siyasi düşüncelerine ilişkin kapsayıcı, derin bir değerlendirme yapılmamıştır.
Resmi ideoloji argümanları ile isimler belli “saflara” sokulmuştur.
Uzatmayayım. Bir örnekle yetineyim: Anayasa çalışmalarının en faal isimlerinden biri Namık Kemal’di.
Namık Kemal’in kafasındaki “anayasal düzen” İslami temelde Batılı bir yaşamdı. Yani gelenekten kopmayan bir modern yaşamı savunuyordu: “Hem Batılılaşalım hem Müslüman kalalım” diyordu kısaca.
Çünkü Namık Kemal’e göre Batı’nın liberal felsefesi ile İslam’ın yönetim esasları birbirine hiç de aykırı değildi. Aslında tüm bunlar şeriatın öngördüğü hususlardı.
Bu görüşleri tutarlı mıydı, değil miydi tartışılır.
Ama Namık Kemal, hocası Şinasi gibi “katı bir Avrupacı” liberal değildi. Bir elinde hep Kuranıkerim vardı.
Özelde Namık Kemal, genelde Yeni Osmanlılar’ın “devleti kurtarma projesi” aynı zamanda dinin, yani İslam’ın kurtuluşunu da içeriyordu.
Islam birliğini savunuyorlardı.
“İLK ANAYASAYI İSLAMCI LİBERALLER YAZDI”
Ve zaten bu nedenledir ki, Tanzimat modernleşmesine şiddetle karşı çıkan bazı geleneksel kurumlar Yeni Osmanlı Hareketi’ne sıcak bakmışlardır.
Bu nedenle, ilk anayasayı “İslamcı liberaller”in yazdığını söylersek abartmış olmayız.
1876 Anayasası’na darbe anayasası diyebilir miyiz? Hem evet hem hayır!
“Evet” diyebiliriz, çünkü Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde, Hüseyin Avni Paşa, Süleyman Paşa, Redif Paşa gibi generaller ile Harbiyeli subay ve öğrencilerin; topçu-donanma birliklerinin, yani modernleşmeye başlamış silahlı kuvvetlerin rolü vardı.
Ancak darbenin güçlü askeri Hüseyin Avni öldürülmüştü. Darbenin “teorisyenlerinden” (Nazım Hikmet’in dedesi) Mustafa Celaleddin Paşa, Sırsp Savaşı’nda şehit olmuştu. Yani hareketin askeri kanadı güçsüz kalmıştı.
28 kişilik Anayasa Komisyonu’nda sadece iki asker vardı; Süleyman Paşa ve Redif Paşa.
“ASKER AĞIRLIĞI YOKTUR”
Ama yine de Süleyman Paşa’nın alt komisyon başkanlığını yürütmesi, sorunlar olduğunda II. Abdülhamid’in huzuruna rahatlıkla çıkması, asker ağırlığının sürdüğüne ilişkin kanıtlar sayılabilir.
Diğer yandan “Asker ağırlığı yoktur” denilebilir. Çünkü darbenin “sacayağını” bürokratlar, ulema ve askerler oluşturuyordu.
Gizli ekibin başında bir sivil vardı: Midhat Paşa.
Keza “asker ağırlığına” örnek gösterdiğimiz Süleyman Paşa’nın hazırladığı anayasa taslağının bırakın kurulu etkilemesini, düzensiz bile bulunması, asker ağırlığının olmadığının delili olabilir mi?
Görüldüğü gibi 1876 Anayasası’nda asker etkisi konusunda bir şey söylemek zor. Bu nedenle AKP söyleminin doğruluğu tartışılır.
Anayasa Komisyonu çalışmaları büyük bir hızla 20 Kasım’da bitirildi. Taslak II. Abdülhamid’e sunuldu.
Padişah tasarıyı ayrıca bir de Heyet-i Vükela’nın (bakanlar kurulu) incelemesini istedi. Ayrıca tasarıyı Yıldız Sarayı’ndaki bazı yüksek memurlarına gönderdi.
Saray dışında herkes umutla anayasanın ilanını bekliyordu. Kahvehanelerdeki sohbetlerin ana konusu bile anayasa olmuştu. Aydınlar arasında “anayasa romantizmi” doğmuştu. Mucizevi kurtuluşun ilacıydı anayasa!
“REDDEDİLMELİ”
On gün geçti, Yıldız Sarayı’ndan ses çıkmadı.
Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın ısrarıyla Midhat Paşa, Padişah’ın huzuruna çıktı ve meseleyi öğrendi, II. Abdülhamid tasarıya ürkütücü bir madde eklettiriyordu:
“Padişah re’sen bir kimsenin siyasal suçlu ve siyasal yönden mahzurlu olduğuna karar verip sürgüne gönderebilir. (Madde 113)
Başta Namık Kemal olmak üzere isyan ettiler, çünkü sürgünü yaşamışlardı. Üstelik anayasada kişi hak ve özgürlüğüne ilişkin yargısal güvenceler vardı. Bu ek madde anayasayı tamamen geçersiz kılacaktı. Reddedilmeliydi.
Midhat Paşa arkadaşlarını teskin etti, önemli olan anayasanın ilanıydı, ek madde sonradan çıkarılabilirdi.
Zorlukla ikna oldular. Ne istemişlerdi, neye razı olmuşlardı: Kanun-ı Esasi (Anayasa) hazırlıkları sırasında Ziya Paşa ve Namık Kemal bir çalışma sırasında “Cumhuriyet fikrini” ilk telaffuz eden aydınlar arasındaydı.
Anayasa tartışmaları da etkilemiştir kuşkusuz, Ziya Paşa ile Namık Kemal’in yıllarca süren mücadele dostluğu -ne yazık ki ülkemiz aydınlarında hala görülen- kişisel ihtiraslar yüzünden dargınlıkla son bulacaktı!
Neyse, biz yine dönelim anayasa ilanına…
23 Aralık 1876. Cumartesi.
İstanbul’da Uluslararası Tersane Konferansı başladı.
Yabancı devlet temsilcileri konuşmaya başlayacaktı ki top sesleriyle irkildiler. Hariciye Nazırı Saffet Paşa kürsüye çıktı:
“Padişahımız yeni bir rejimi, meşrutiyeti ilan etmektir. Imparatorluğumuzu oluşturan tüm etnik unsurların özgürlükleri güvence altına alınmıştır. Bu nedenle artık böyle bir konferansa gerek yoktur.”
Osmanlı delegeleri toplantıyı terk etti. Ancak yabancı temsilciler toplantıya devam edip, kararlar aldılar ve bunu Babıali’ye bildirdiler.
Osmanlı devleti kabul etmeyince Rusya savaş ilan etti ve “93 Harbi” başladı.
II. Abdülhamid “göz boyamayla” yabancıları ikna edemeyeceğini anlayınca 14 Şubat 1878’de Meclis’i feshedip, birçok kişiyi sürgüne gönderdi.
Yani ilk Osmanlı parlamentosu 19 Mart 1877’de açıldı. Meclis-i Umumi’nin ilk toplantı yılı üç aydan biraz fazla (19 Mart – 28 Haziran) ikincisi de iki ay (13 Aralık – 14 Şubat 1878) sürdü. Sultan II. Abdülhamid Meclis’i feshetmiştir ama Kanun-ı Esasi’nin yürürlükte kalıp kalmadığı tarihçiler arasında bugün hala bir tartışma konusudur!
En trajik olan Midhat Paşa’nın başına gelendi: büyük emek verdiği anayasa, önce sürgün edilmesine sebep oldu sonra kellesini götürdü.
Midhat Paşa’yı ölüme gönderen hukuk cinayetinin başında büyük rakibi Ahmet Cevdet Paşa vardı…“